Kitap Cevapları TIKLA
Soru Sor TIKLA
8. Sınıf Türkçe Meb Yayınları

İyimserlik ve Kötümserlik Üzerine Metni Etkinlik Cevapları (8. Sınıf Türkçe)

İyimserlik ve Kötümserlik Üzerine metni cevapları ve soruları, Meb Yayınları 8. sınıf Türkçe ders kitabı sayfa 12-13-14-15-16-17-18-19 (Erdemler)

İyimserlik ve Kötümserlik Üzerine Metni Cevapları

8. Sınıf Türkçe Ders Kitabı Meb Yayınları Sayfa 12 Cevabı

HAZIRLIK

1. “İyimser insan her felakette bir fırsat, kötümser insan da her fırsatta bir felaket görür.” düşüncesine katılıyor musunuz? Neden?

  • Cevap: İyimser insanlar bu hayatta karşılarına çıkan engellerden yılmaz hemen ümitlerini kesmez ve akıllarını sağduyularını koruyarak bir çözüm yolu arayarak içinde bulundukları kötü durumdan kurtulurlar. Oysa kötümser insanlar en ufak bir açık bulduklarında bunu kendi çıkarları için kullanmaktan geri durmaz ve sonunda yine kötü bir sonuçla karşılaşırlar.

2. İyimserlik ve kötümserlik kavramlarıyla ilgili ne düşünüyorsunuz? Açıklayınız.

  • Cevap: İyimserlik bu hayatta insanın kolay kolay elde edemeyeceği bir erdemdir. Çünkü iyimser insanın içi sevgi ile umut ile doludur. Hayata hep pozitif bakar ve hayatta mutlu olmayı başarabilirler. Oysa kötümser insanlar ne yazık ki içleri olumsuzlukla kötü enerji ile dolu insanlardır. Ne yazık ki onların olduğu ortamda sadece gerginlik ve sorunlar vardır.

Yaşama bakışları ve yaklaşımları açısından insanlar, genelde “iyimserler” ve “kötümserler” olarak iki öbekte ele alınır. Gerçekten de günlük yaşamın her kesitinde iyimserler kadar kötümserlerle de karşılaşırız. Bu da doğaldır çünkü toplumdaki yaşantı çeşitliliği sürekli biçim ve içerik değiştiren olaylar dizisi ile kişilerin yaşama bakışı ve yaşamdan beklentileri, insanların ya iyimser olmalarını sağlıyor ya da kötümser olmalarına neden oluyor. Siz de onaylarsınız sanırım. Sadece iyimserlerden ya da sadece kötümserlerden oluşan bir toplum, herhâlde hiç de çekilir olmazdı.

Yaşamda, kötümserlere mi yoksa iyimserlere mi daha çok gereksinim duyarız? Bence kötümserlere… Çünkü kötümserler her tür durumun, olayın insanı kötümserliğe sürükleyecek özelliklerini bulup çıkarmada ustadırlar doğrusu. Bunu alışkanlık hâline getirmişlerdir. Biz de kimi durumlarda iyimser, kimi durumlarda koşullar gereği kötümser rollerini ister istemez benimseyip oynamaz mıyız?
(…)
Yaşamda iyimserlerin daha çok sevildiği, daha doğrusu ciddiye alındığı bilinir. Çünkü genel kanıya göre iyimserler; akıllıdır, girişkendir, geleceğe ilişkin olumlu tasarımlar geliştirir, duyarlıdır, sevecendir, yapıcıdır, çevresine olumlu enerji yayar… İyimserlik, topluma yaşama sevinci verir. Gerçi, bir

1. ETKİNLİK

8. Sınıf Türkçe Ders Kitabı Meb Yayınları Sayfa 14 Cevabı

Metinde geçen anlamını bilmediğiniz sözcükleri yazınız. Bu sözcüklerin anlamlarını tahmin edi niz. Tahmininizi sözcüklerin sözlük anlamı ile karşılaştırınız.

  • Cevap:

öbek: Birbirine benzer veya aynı cinsten olan şeylerin oluşturduğu bütün, takım, küme

romantik: Davranışlarında duygu ve coşkunun aşırı ölçüde etkisi bulunan

güdü: Bilinçli veya bilinçsiz olarak davranışı doğuran, sürekliliğini sağlayan ve ona yön veren herhangi bir güç

Öğrendiğiniz sözcüklerle sözlük oluşturunuz.

  • Cevap: Sözlüğü kendiniz oluşturmalısınız.

2. ETKİNLİK 

Aşağıdaki deyimlerin anlamlarını bulunuz. Deyimleri birer cümlede kullanınız.,

Göze Almak

  • Anlamı: bir iş, davranış dolayısıyla uğrayabileceği, karşılaşabileceği kötü durumu, tehlikeyi önceden düşünüp kabul etmek.
  • Cümlem: Ben bu işe her şeyi göze alarak giriyorum.

Batağa Saplanmak:

  • Anlamı: içinden çıkılması çok güç bir işe bulaşmak, zor bir duruma düşmek.
  • Cümlem: Kumar yüzünden batağa saplanmıştı.

Göz ardı etmek:

  • Anlamı: gereken önemi vermemek
  • Cümlem: Ne söyledimse beni hep göz ardı etti.

3. ETKİNLİK 

8. Sınıf Türkçe Ders Kitabı Meb Yayınları Sayfa 15 Cevabı

İyimserlik ve Kötümserlik Üzerine” metninden hareketle aşağıdaki soruları yanıtlayınız.

1. İnsanları iyimser ya da kötümser yapan sebepler nelerdir?

  • Cevap: İnsanların yaşama bakış açıları ve hayata yaklaşımları bakımından iyimser ya da kötümser olabilmektedir.

2. Yazara göre kötümserlere mi iyimserlere mi ihtiyaç duyarız? Neden?

  • Cevap: Yazara göre ikisine de ihtiyaç duyarız. Kötümserler bizlere olayların en kötü yanını gösterirken iyimserler ise olayın pozitif yönlerine odaklanırlar.

3. İyimserler hangi özelliklere sahiptir? Açıklayınız.

  • Cevap: İyimserler yaşamda daha çok sevilirler, daha doğrusu daha ciddiye alınırlar. Çünkü iyimserler akıllıdır, girişimcidir, geleceğe ilişkin olumlu tasarılar geliştirirler, duyarlı, sevecen ve yapıcıdırlar.

4. “İyimser uçak yapar, kötümser ise paraşüt.” sözünden ne anlıyorsunuz? Açıklayınız.

  • Cevap: İyimserler hayatta insanın işine yarayacak güzel yanları keşfederken, kötümserler ise o güzel şeylerin bile bir olumsuz tarafının kötü bir sonucunun olabileceğini düşünerek farklı bakış açıları geliştirirler.

5. Yaşamda iyimserlerle kötümserlerin oranını neler etkiler?

  • Cevap: Ülkenin gelişmişlik düzeyiyle, dünyadaki ekonomik dengelerin sarsılıp sarsılmamasıyla, doğal yıkımların olup olmamasıyla yakın ilişkilidir.

6. Aile bireylerinizi iyimserlik ve kötümserlik açısından değerlendiriniz.

  • Cevap: Ailem de babam biraz kötümser iken annem ise hep daha iyimser olan kişidir. Çünkü annem daha duygusaldır ve dünyanın daha yaşanabilir bir yer olacağına ilişkin umutlarını korumaktadır.

4. ETKİNLİK 

a) Aşağıda “İyimserlik ve Kötümserlik Üzerine” metninin türü ile ilgili bilgiler verilmiştir. Bilgilerden metne uygun olanların başına “D”, metne uygun olmayanların başına “Y” yazınız.

(D) Yazar, kişisel görüş ve düşüncelerini anlatmıştır.
(Y) Yazar, kahramanlarını genellikle hayvanlardan seçmiştir.
(Y) Öğretici bir metindir.
(Y) Metin serim, düğüm, çözüm bölümlerinden oluşmuştur.
(D) Yazar düşüncelerini kanıtlama (sayısal verilerden yararlanma, tanık gösterme…) yoluna gitmiştir.
(D) Sade, anlaşılır bir dil kullanılmıştır.

b) Okuduğunuz metnin türü:

  • Cevap: DENEME

5. ETKİNLİK 

8. Sınıf Türkçe Ders Kitabı Meb Yayınları Sayfa 16 Cevabı

Okuduğunuz metnin konusunu, ana fikrini ve yardımcı fikirlerini yazınız.

Metnin Konusu: İyimserlik ve Kötümserlik kavramları
Metnin Ana Fikri: Bu dünyaya iyimserler de kötümserler de gereklidir.
Metnin Yardımcı Fikirleri: Kime iyimser ve kötümser demekteyiz, İyimserlerin özellikleri, İyimser ve Kötümserlerin nitelikleri, oranları

6. ETKİNLİK 

Aşağıdaki cümlelerden öznel olanların sonuna “Ö”, nesnel olanların sonuna “N” yazınız.

  • Cevap:

Sadece kötümserlerden oluşan bir toplum çekilir olmaz. (Ö)
Yazarın son kitabı iki yüz sayfadan oluşuyor. (N)
İyimserlik, topluma yaşama sevinci verir. (Ö)
Toplumumuza iyimserler de kötümserler de katkıda bulunurlar. (Ö)
Okuduğunuz metnin konusu iyimserlik ve kötümserliktir. (N)
İyimser olmak da kötümser olmak da uygarlık gereğidir. (Ö)
“Yaşamın İçinde Yolculuk” kitabını Yusuf Çotuksöken yazmıştır. (N)
İçimizin bir başka güzelliği de iyimserliktir. (Ö)

7. ETKİNLİK 

8. Sınıf Türkçe Ders Kitabı Meb Yayınları Sayfa 17 Cevabı

Aşağıdaki görselleri inceleyiniz. Kan vererek hayat kurtarmanın önemini vurgulayan bir konuşma yapınız.

KAN VERMENİN ÖNEMİ

Yılda bir veya iki kez yapacağımız kan bağışının insanlığın geleceğini kurtarabileceğini düşünün. Her gün kazalar, yaralanmalar ve sıkıntılar insan hayatının sona erdiğini gösterir. Kan ihtiyacı hayati önem taşıyarak yaşamak için gereklidir. İhtiyacımız olan kanı bulabilmek yaşama tutunacak bir daldır. Bu yüzden her sağlıklı insan yılda en az bir kere kan bağışında bulunmalı bir başka canı hayata yeniden bağlayabilmelidir.

8. ETKİNLİK 

8. Sınıf Türkçe Ders Kitabı Meb Yayınları Sayfa 18 Cevabı

Aşağıda koyu yazılan sözcükleri inceleyiniz. İsim midir fiil midir yazınız.

Kuzey, babasıyla derede balık tutuyordu.  FİİL

Balık tutmak Kuzey’i çok mutlu ediyordu. İSİM

Kuzey balık tutunca çok seviniyordu. FİİL

Kuzey tuttuğu balıkları kovaya koyuyordu. İSİM

  • Cevap:

b) Aşağıdaki cümlelerde fiil kökünden türediği hâlde fiil özelliği taşımayan sözcüklerin altlarını çiziniz.

İnsanlar, genelde “iyimserler” ve “kötümserler” olarak ikiye ayrılır.
Kör iyimserliğin yol ve araçlarını kullanmaya kalkmazlar.
Uçlarda dolaşan iyimserlik tehlikelidir.
Zorluklardan çıkarılabilecek dersler için iyimser düşünmeye gereksinimimiz vardır.
Önemli olan bardakta su bulunduğunu kabul ederek onu boşa harcamamaktır.
Birey, kendi içindeki iyimserlikle kötümserliği dengelemesini bilmelidir.
Her şeyin iyi tarafını görmek insanı yanıltabilir.
Kötümserler, hayatı yeniden kurup biçimlendirmezler.

9. ETKİNLİK 

8. Sınıf Türkçe Ders Kitabı Meb Yayınları Sayfa 19 Cevabı

Sevgi sözcüğünün size çağrıştırdığı kavramları yazınız. Bu kavramlardan birini seçerek bilgilendirici bir metin yazınız. Aşağıdaki yazı taslağını doldurup yazınıza uygun bir başlık koymayı unutmayınız.

  • Cevap: aile, paylaşmak, güven, huzur, mutluluk, saygı

Yazının Konusu: Ailenin bize sağladığı huzur hissi
Yazının Ana Fikri: Aile içinde kendimizi güvende hissederiz
Giriş Bölümü: Aile nedir, aile kimlerden oluşur?
Gelişme Bölümü:  Aile içindeki yerimiz, görevimiz ve ailenin bize sağladığı huzur ortamı ile ilgili örnekler
Sonuç Bölümü: Ailenin bizim için önemini anlatan ifadeler

AİLE VE HUZUR

Aile demek huzur demektir. Aile sadece anne baba ve çocuklardan oluşan toplumun en küçük birimi demek değildir, aile demek paylaşmak demek aile demek huzur demektir. Çünkü aile demek insanın kendisini güvende hissettiği, insanın sorumluluk ve mutluluk duygularını geliştirdiği, hayata gözlerini açtığı, hayatı tanıdığı yer demektir. Ne zaman başımız sıkışsa gideceğimiz, sığınacağımız yer demektir. Çünkü ne yaparsak yapalım bize kapıları her zaman açık bir yuvanın, bir sığınağımızın olduğunu biliriz. Çünkü anne baba gibi kimse çocuğunu korumaz kollayamaz. Bu açıdan aile denilince benim aklıma huzur ve güven ile sevgi gelmektedir.

Yazdığınız metni yazım ve noktalama kuralları yönünden gözden geçiriniz.

  • Cevap: Yazdığım metnin hiç bir eksiği yoktur. Kurallara uygun ve eksiksiz.

GELECEK DERSE HAZIRLIK

Ömer Seyfettin’in bir hikâyesini okuyunuz.

  • Cevap: Özellikle Falaka öyküsünü okumanızı öneririz.

FALAKA

Her sabah Çarşı Camii`in arkasındaki harap zaptiye ahırlarının önünden, bir serçe sürüsü gibi, cıvıl cıvıl neşeli geçerdik. Okul biraz daha ileride, alçak duvarlı, oldukça geniş bir avlunun ortasında idi. Bir kattı, etrafında yükselen büyük kestane ağaçlarının birbirine karışmış koyu gölgeleri bütün çatısını kaplardı. Biz daha avlunun kapısından Hoca girmeden Efendinin olup olmadığını, şöyle bir bakar, anlardık:
-Abdurrahman Çelebi gelmiş mi be?
-Gelmiş, gelmiş…
Abdurrahman Çelebi, Hoca Efendinin eşeğiydi. Siyah, huysuz, inatçı bir hayvan… Her sabah bizler gibi erkenden okula gelir, akşama kadar kalır. Evlerimizden, sırasıyla getirdiğimiz kucak kucak otları, yazsa ağaçların, kışsa sol taraftaki abdestlik sundurmasının altında yavaş yavaş yerdi. Ona su vermek, onu tımar etmek okulda bir ayrıcalıktı. Hoca Efendiye kim yaranırsa bunu mükâfat olarak kazanırdı. Okulun kapısına dar, taş bir merdivenle çıkılırdı. İçeri girilince ta karşı tarafta Hoca Efendinin rahlesi vardı. Rahlenin önünde top yavrusu, müthiş tuhaf bir kürek gibi siyah kayışlı, ağır falaka asılı dururdu. Hepimiz kırk çocuktuk. Kızları birkaç ay evvel bizden ayırarak başka yere almışlardı. Sınıf taksimi filan yoktu. Elifbeyi, amme`yi her şeyi bir ağızdan okuyor, rakamları bir ağızdan sayıyor, bir ağızdan ilahi söylüyorduk. Bütün dersimiz sıkıcı genellikle bir bestenin asla manalarını anlamadığımız güfteleriydi. Hoca Efendi, ak sakallı, uzun boylu, bağırtkan bir ihtiyardı. Yaz kış, her zaman cüppesiz abdest almaya hazırlanmış gibi kolları, paçaları çıplak,  sıvalı, yerinde otururdu. Öğleden sonra Çarşı Camii’ni süpürmeye gidip sonra hiç gelmeyen kalfa daha gençti. Müezzinlik de yapıyordu. Bize şeker, leblebi, keçiboynuzu, çiğdem gibi şeyler satardı.
Gönen’den geldiğimiz günden beri her gün okula devam ediyordum. En başta gelen zevkim falaka tutmak!…Fakat bir gün Hakim Efendi ile setre pantolonlu,asık suratlı biri geldi.
-Kaymakam Bey! Kaymakam Bey! dediler.
Sakalsız esmer, uzun boylu, aksi birisi. Kapıdan girdiği anda Hoca Efendinin işareti üzerine hepimiz ayağa kalktık. Birisi çağırıyormuş gibi elini, başını sallayarak biri yerimize oturttu. Hepimizi tek tek gözden geçirdi. Bir kaçımızı okutmak istedi. Oysa bizler tek ağızla, ahenksiz okuyamazdık. Yüzünü buruşturdu. Yere baktı ve başını salladı. Sonra gözlerini Hoca Efendinin başında asılı duran falakayı dikti, baktı baktı. Sanki ömründe ilk defa bir falaka görüyormuş gibi dikkat kesilerek öylece baktı. Döndü, selam vermeden çıkarken:
– Biraz dışarı gelir misiniz, Hoca Efendi?… dedi.
Hoca Efendi korkarak divan duruyor gibi kollarını önüne kavuşturarak yürüdü. Hakim Efendi ile kaymakamın arkasından bahçeye çıktı. Dışarıda ne konuştuklarını bilmiyorduk. Ama falaka ertesi gün yine yoktu.
Falaka yasak olmuş…’ diyorlardı. Sözde, Kaymakam Bey etmiş!
Dayak korkusu kaldırılınca bizler kırk çocuk, öyle azdık, öyle kudurduk ki…. Ne yaptığımızı bilmez hale geldik, artık hiç hocayı dinlemiyor, yüzüne leblebi atıyor, yalvartıyorduk…
Dayaksız bizi okutamayacağını anlayan Hoca Efemdi, nihayet yine bir gün falakayı çıkardı. Bu defa başucuna asmadı, oturduğu minderi arkasına gizledi. Fakat şimdi kim kabahat ederse, eskisinden daha fena dövüyordu.
Çok iyi hatırlıyorum; kırk çocuk, hepimiz birliğiz. Aramızda bizi ele veren birisi çıkmıyor. Hoca Efendiye karşı tek bir vücut gibi hareket eder olmuştuk.  Bir gün bahçede söz birliği ettik. İçeride hepimiz birden esnemeye başladık. Hoca Efendi de esnemeye başladı. Zavallı ihtiyar oracıkta uyuyuverdi. O zaman yerimizden kalkıp rahlenin üzerindeki enfiye kutusu aldık, hepimiz çektik. Bütün mektebin içinde bir hapşırmalar başladı. Hoca Efendi gürültüden uyanınca işi anladı. Enfiyesini kimin çaldığını sordu. Hep bir ağızdan ahenkle:
– Bilmiyoruz, bilmiyoruz, dedik
– Hepinizi falakaya çekeceğim.
– Bilmiyoruz, bilmiyoruz!
– Kimse söylemeyecek mi?
– Bilmiyoruz ki, bilmiyoruz ki!…
– Bilmiyorsunuz, öyle mi! Necip, git camiden falakayı çağır, çabuk.
Beş on dakika sonra falaka geldi. Korkunç bir sahne başlamıştı. Sopayı biri bırakıp biri alıyordu. Artık nöbetleşe falaka tutuyorduk. Hepimizi sıra dayağına çektiler. O günden sonra Hoca Efendi esneme ile hapşırmayı en büyük kabahat sanıyordu. Hele hapşırmak… kazara, kendiliğinden hapşıranı, ‘benimle eğleniyor musunuz?’ diye yere yıkıyor, bayıltıncaya kadar dayak atıyordu. Aksi gibi benim hiç durmadan esneyeceğim geliyor, hapşırmak istiyordum. Birkaç defa bunun için dayak yedim. Hoca Efendi dayağı bitirince bürün kuvveti ile rahlesine vuruyor:
– Bundan sonra kim hapşırırsa şart olsun ki, öldürünceye kadar döveceğim! Diye bağırıyordu.
– …
– Şart olsun, kim hapşırırsa…
‘Şart olsun!’  Bu nasıl yemindi? Evde anneme sordum. Başını salladı. Gözlerini açıldı.
– Çok büyük yemin! Dedi.
– Yalan yere bu temini eden çarpılır mı?
– Hayır.
– Ya ne olur?
– Daha kötü
– Nasıl?
– Karısı boş düşer.
Tam anlamadım. Ama bu yeminin dehşetini okulda
Okulda çocuklara bütün ayrıntıyla söyledim. Artık hep, evli adamlar gibi,
Yalan doğru, bizde ‘şart olsun!’ yemine başladık. ’Vallahi, billahi’ unutuldu. Hoca Efendi de artık her sabah rahlesine çökerken hiç unutmuyor.
– Kim hapşırırsa, şart olsun, öldürürüm! Diye tekrarlıyordu.
Bir gün öğle paydosundan sonra içeri girdik.
Her zamanki gibi derin bir uğultu… Ben baktım. Hoca Efendi dalmış güzel güzel uyuyor. Hemen aya kalktım. Çocuklara dönüp, şahadet parmağımı dudaklarıma götürerek:
-Susunuz!… İşaretimi verdim. Seda kesildi. Hepsi dikkat kesilmiş ne yapacağıma bakıyordu. Gözüme rahlenin üzerinde, kapağı açık duran bir taba kadar büyük enfiye kutusu ilişmişti.
Yavaşça yürüdüm, ayaklarımın ucuna basa basa yaklaştım, kutuyu aldım. İçindeki enfiyelerin hepsini kitap yapraklarının arasına boşattım. Kutuyu yine olduğu gibi yerine bıraktım. Çocuklar çekmek için etrafıma toplandılar.
-Hayır, bu defa biz çekmeyeceğiz, dedim. Sonra hapşırırız. Uyanır.
-Ya sen ne yapacaksın?
-Görürsünüz…
-Ne yapacaksın, ne yapacaksın?
-Söylemem dedim. Çok güleceğiz.
Öyle bir şeytanlık aklıma gelmişti ki, daha yapmadan, gülüyor, katılıyordum. Çocuklar da bana bakarak gülüyorlardı. Bizim gülüşmelerimizden çıkan sese Hoca Efendi uyandı. Hemen kutuya baktı. İçinde enfiye yok… Sinirlendi.
– Kim aldıysa söyleyin, şart olsun gebertirim.
Hep bir ağızdan, ahenkle:
-Şart olsun, haberimiz yok! dedik.
-Kim aldı? Söyleyiniz.
-Bilmiyoruz, bilmiyoruz!…
-Pekala, bunu size gösteririm. Şimdi hapşırınca alan meydana çıkar. Şart olsun, onu falakaya yıkacağım. Sonra da öldürünceye kadar döveceğim.
Kazara hapşıracağız diye hepimizin korkudan sesi soluğu kesilmişti.
-Şart olsun… Ah bugün içinizden biri hapşırırsa… Şart olsun, öldüreceğim…
-…
-Ah şart olsun, biriniz hapşırırsa…
Akşam yaklaştı. Hoca Efendi kollarını kapatıp, çoraplarını, mesini giydi. Cüppesini omzuna aldı hep bir ağızdan, çarpım cetvelinin tekrarından sonra ilahiye başladık. En sonuna doğru yanımdaki çocuğa dürterek ayağa kalktım. O da kalktı. Ellerimizi kaldırdık. Hoca Efendi bağırdı:
-Ne var?
-Abdurrahman Çelebiyi hazırlayalım mı?
-Haydi, ama çabuk!
Kapıdan çıktık. Her akşam Hoca Efendinin izin verdiği iki çocuk önceden çıkar,  eşeğin yularını, semerini vururdu.
Taş merdiveni hızla indik. Abdurrahman Çelebi yiyemediği otların üzerine uzanmış yatıyordu. Tekmeleyerek yerinden kaldırdık. Yularını, semerini vurduk. Artık ilahi sesleri kesilmişti. Ben cebimden içi enfiye dolu kağıt boruları çıkardım. Usulca eğildim Abdurrahman Çelebi bir şey anlamıyordu. Bu borulardan bir tanesini bütün kuvvetimle burnuna üfledim. Genzine bir tabanca sıkılmış gibi şaha kalktı. İkinci boruyu üfleyemedim. Yularından sıkıca tuttum. Sıçrata sıçrata taş merdivenin önüne doğru götürdüm. Öteki çocuk yanımdan geliyor, gülmemek için sıkı sıkı eliyle ağzını tutuyordu. Hoca Efendi cüppesini giymiş, ağır başlıkla, yavaş yavaş merdivenlerden iniyordu. Çocukların hepsi bir kuş dizisi gibi arkasından iniyorlardı. Eşek   şaha kalkıyordu.
– Ne olmuş bu hayvana?
– Bilmem efendim, uyuyordu…
– Gemini yanlış vurmuşsunuz.
– Hayır.
– Getirin bakayım.
Bütün çocuklar da hayretle bakıyordu. Eşeği taş basamağa yaklaştırdım. Tam bu esnada Abdurrahman Çelebi nezleye tutulmuş bir insan gibi ‘Pişih pişih’ diye başını sarstı, bütün çocuklar kahkahaya başladı. Hoca Efendi şaşırdı. Enfiyenin etkisiyle Abdurrahman Çelebi habire hapşırıyordu. Ben sanki hiçbir şeyden haberim yokmuş gibi:
– Sizinle eğleniyor efendim, dedim.
Halt etmişsin…
Daha da küstahlaştım:
– Bunu da falakaya yıkmalısınız.
– O,o hayvan…
Kahkahalarla katılan çocuklar:
-‘Falaka, falaka…’ diye bağrışıyorlardı. Ben onlardan cesaret alarak dedim ki:
-Ama Hoca Efendi, bu gün okulda, ‘Kim hapşırırsa, şart olsun falakaya yıkacağım.’dediniz. Eğer Abdurrahman Çelebi’yi affederseniz karınız boş düşer.
Çocuklar, ders gibi bir ağızdan ve ahenkle:
-Karınız boş düşer! Karınız boş düşer diye haykırıyorlardı.
Hoca Efendi bir an şaşırdı. Bineceği zamanlar, ‘Oh benim Abdurrahman Çelebi, oh benim Abdurrahman Çelebi!’ diye diye sevgiyle okşadığı eşeğine dehşetle baktı. Kapının yanından çocuğun biri içeri koşmuş falakayı, değneği çıkartmıştı. Abdurrahman Çelebicik düzensiz aralıklarla durmadan hapşırıyordu, burnunu yere sürmek istiyordu.
Falaka, değnek, elden ele Hoca Efendinin önüne kadar geldi. Çocuklar gülmekten katılıyorlardı.      Karınız boş düşer! Karınız boş düşer!… diye ahenkle durmadan tekrarlıyorlardı. Çocuklara mı, eşeğe mi, neye kızdığını bilmeyen Hoca Efendi,elinde olmadan:
-Yıkınız! emrini verdi.
Belki yirmi çocuk Abdurrahman Celebi’nin başına üşüştü. Uzun bir uğraşmadan sonra yere yapıştırdık! Arka ayaklarını falakaya taktık. Hoca Efendi sopayı eline aldı. Nallar gibi ‘tak tak’ vurmaya başladı. Eşek debeleniyor, çocuklar bağırıyor, gülüyor, naralar atıyorlardı. Müthiş bir gürültü… Ansızın arkadan bir çocuk:
-Kaymakam Bey! diye bağırdı.
Hepimiz sustuk. Yüzümüzü avlu kapısına çevirdik; siyah pantolonlu, kırmızı fesli, ekşi suratlı bir adam… Sağında solunda birer koltuk görevlisi, dimdik öylece duruyordu.         -Ne oluyor, Hoca Efendi? diye sordu.
-…
Hoca Efendi fena halde şaşaladı. Önüne baktı. Değnek elinden düştü. Falakayı tutanlar ise bıraktılar. Kurtulan, ürkmüş zavallı eşek çifte ata ata, kestane ağaçlarının altına doğru kaçıyor, avazı çıktığı kadar anırıyordu. Kaymakam avluya girdi. Yavaş yavaş yürüdü. Okulun önüne geldi. Kaşlarını çatarak hiddetle tekrar sordu:
– Ne yapıyordunuz?
– Şey… efendim…
Hoca Efendi kekeliyordu.
– Ne?
– Şart etmiştim.
– Ne demek?
– Hapşıran için.
– Ne hapşıranı?
– Eşek hapşırdı.
– Eşek mi hapşırdı?
– !…
– !!!
– Çocuklar, hem hapşırıyor, hem gülüyordu. Kaymakam, ağır başlılığına dokunan bu arsızlığa hiddetlendi. Isıracak gibi dişlerini göstererek:
-Defolun bakıyım oradan, terbiyesizler!… dedi.
Biz korktuğumuz için, hemen sustuk.
Sonra şaşkın, perişan halde yere bakan Hoca Efendiye döndü:
-Benimle beraber geliniz.
-Kaymakam önde, koltuk görevlileriyle Hoca Efendi arkada, çıkıp gittiler.
Bu olup bitenlerden sonra, okulda ne falaka gördük, nede Hoca Efendiyi!
Şimdi kimi hapşırırken görsem, küçükken yaptığım bu tuhaf muzipliği hatırlarım. Gülümserim. Kalbimde belirsiz tuhaf bir acı sızlar. Benim yaptıklarımdan dolayı hocalıktan kovulan, ihtimal aç kalan bu aksakallı, fakır ihtiyarın zavallı hayali karşıma dikilir. Aradan zaman geçtikçe hafifleyecek yerde, daha da büyüyen bir vicdan azabı duyarım.
Fakat…
Fakat bunun gibi, hayattaki her gülünç şeyin altında görünmez bir acı gerçek yok mudur?
ÖMER SEYFETTİN

8. Sınıf Türkçe Ders Kitabı Meb Yayınları 1. Tema Erdemler Sayfa 12, 13, 14, 15, 16, 17, 18, 19 İyimserlik ve Kötümserlik Üzerine Metni Etkinlik Soruları ve Cevapları ile ilgili aşağıda bulunan emojileri kullanarak duygularınızı belirtebilir aynı zamanda sosyal medyada paylaşarak bizlere katkıda bulunabilirsiniz.

☺️ BU İÇERİĞE EMOJİYLE TEPKİ VER!
2
clap
1
love
0
happy
0
confused
0
sad
0
unlike
0
angry