9. Sınıf Türk Dili ve Edebiyatı Hazırlık Ders Kitabı Sayfa 230 Cevapları Meb Yayınları‘na ulaşabilmek ve dersinizi kolayca yapabilmek için aşağıdaki yayınımızı mutlaka inceleyiniz.
9. Sınıf Türk Dili ve Edebiyatı Hazırlık Ders Kitabı Cevapları Sayfa 230
1. İnsanlar; bir olayla ilgili izlenimlerini, yaşadıklarını, tanıklık ettikleri bir dönemi zaman zaman başkalarıyla da paylaşmak ister. Bunun nedenleri ne olabilir?
- Cevap:
2. Andre GIDE (Andre Jid)’in “Hatıra yazmak, ölümün elinden bir şey kurtarmaktır.” sözüyle ilgili düşüncelerinizi sözlü olarak paylaşınız.
- Cevap:
Bir çarşamba çayında, Abdullah Cevdet bey bana üstü pullu, damgalı bir zarf uzattı: – Size bir mektup… Salon kalabalıktı. Cebime koydum. Kimdendi acaba?… Onu düşündüm gidinceye kadar. İçtihata gönderildiğine göre beni tanımayan, ev adresimi bilmeyen birinden olacaktı: Şiirlerimi okumuş birinden, şiirlerimi beğenmiş birinden. Bir. Neden olmasın, bir genç kızdan. Hayâlimde bir peçe açılmış ve ışık dolu iki göz bana gülümsemişti, kirpikler arasından. Toplantıdan çıkar çıkmaz, zarfı, telâşlı parmaklarla merdivende açtım. Tanımadığım bir erkek imzası vardı üç satırlık mektubun altında: Sudi. Cemiyet Kütüphanesinin yayınladığı bir dergi için benden şiir istiyordular. Adı, Malûmat’dı derginin. Ertesi akşam uğradım. Bizim Yokuştaydı. Ya şimdiki Remzi Ki- tabevi’nin olduğu yerdi, ya Ârif Bolat Kitabevi’nin. İki İranlı kardeşti sahibi: Hacı Kasım ve Hacı Hüseyin efendiler. Mektuba imzayı atan Sudi, ortakları idi galiba: Solgun yüzlü, açık kumral, uzun boylu bir genç adam. Tatardı sanırım. Ne ararsanız vardı bu dergide: Şiir, hikâye, makale, ispirtizma, rüya tâbiri, el falı, bilmece. Her yazının altında başka imza vardı. Ama tek kalemden çıkıyordu, makale de, hikâye de, fal da. Bu, beyaz sakallı, güler yüzlü bir ihtiyardı: Süleyman Tevfik bey. Bizim yokuşta adı “Baba” idi onun! Fotoğrafımı, ilk defa bu dergide gördüm: Püskülü biraz yanda, biraz uzun, biraz geniş tepeli fesimle. Uzaklara bakan, uzaklara gülümseyen bir resimdi bu!, Her manzumem için bir mecidiye veriyordu Malûmat. Genç okurlarım mecidiyenin adını bile duymamışlardır belki: Şimdiki iki buçuk liralardan daha büyük, gümüş paralardı bunlar. Bir mecidiye yirmi kuruştu! Ama bir mecidiyeye, Sirkecide meşhur Ali efendi lokantasında, eti ile, sebzesi ile, tatlısı ile dört gün yemek yiyebilirdiniz! Ali efendi lokantası, dört masalı bir ahçı dükkânı değildi. Osmanlı imparatorluğunun bütün müdürleri, müsteşarları öğle yemeklerini orada yerlerdi her gün. Şimdi en kabadayı yazı parası ile öylesine bir lokantada böylesine üç kap yemek zor yenir biraz! Eskiden de, şair, toplum içinde soylu bir azınlıkmış. Dörtyüz yılın divan şairlerini iki elin on parmağı ile sayabiliriz: Fuzûlî, Nef’î, Bâki, Nedim, Nailî, Şeyh Galip. Tanzimat Edebiyatı daha da az: Şinasi, Namık Kemâl, Ziya Paşa. Edebiyat-ı Cedide yine o kadarcık: Tevfik Fikret, Cenap Şahabettin, Hüseyin Siret, Hüseyin Suat. Fecr-i Âtî de öyle: Ahmet Haşim, Emin Bülent, Celâl Sahir, Tahsin Nahit.
9. Sınıf Meb Yayınları Türk Dili ve Edebiyatı Hazırlık Ders Kitabı Sayfa 230 Cevabı ile ilgili aşağıda bulunan emojileri kullanarak duygularınızı belirtebilir aynı zamanda sosyal medyada paylaşarak bizlere katkıda bulunabilirsiniz.