10. Sınıf Türk Dili ve Edebiyatı Beceri Temelli Etkinlik Kitabı Sayfa 405 Cevapları Meb Yayınları‘na ulaşabilmek ve dersinizi kolayca yapabilmek için aşağıdaki yayınımızı mutlaka inceleyiniz.
10. Sınıf Türk Dili ve Edebiyatı Beceri Temelli Etkinlik Kitabı Cevapları Sayfa 405
Metni okuyunuz. Aşağıdaki soruları okuduğunuz metin çerçevesinde cevaplayınız. (Metin, aslına sadık kalınarak alınmıştır.)
Eylül
(…)
Suad’ın kendi kolunu tutan elinden çekip yanı başına oturtarak ve kendisine dargın olmadığı için tebessüm etmek lâzım geldiğini hatırlayarak kaçamak, isteksiz bir tebessümle: “Şimdi hep çamur oluruz; toprak değil ki. îlk dakika yağmur yağdı mı haddin varsa yürü! Bastığın yerden ayağın bir okka çamurla beraber kalkar.” dedi. Genç kadın beş senelik derin bir yakınlığın verdiği nüfuzu nazarla pek iyi fark ettiği bu neşesizliğin giderilmesine artık kifayet edemediğine teessüf eder gibi acıklı bir sesle sordu: Pek sıkılıyorsun galiba?
– Evet, sorma!.. Burası zaten yaşanılacak bir yer mi? Allah’ın kırı!.. Hele bu yemekten sonraki saatler!.. Sabahleyin yemeğe kadar, akşamüstü. Hasılı her zaman insan boğuluyor!.. Herkes böyle birer köşede eziliyor!.. Kendimi bostan kuyusunda zannediyorum!..
Suad, kaşlarında endişeli bir kıvrımla, gözleri daha ziyade kararak, kaç senedir bu aynı yerde, aynı hayatta, şikâyet için hiçbir hâl görülmeden geçirilmiş mesut günleri düşünerek susuyordu. Bir aralık: “Evvelden hiç böyle söylemiyordum!” demek istedi. Fakat neye yarayacaktı? Ufak bir mazeret, âdi bir sebeple geçiştirilmeyecek miydi? “Bari sen git, oralarda kal, biraz eğlenirsin!” diyecek oluyordu, fakat beş senedir beraber bulunmaya, her şeyi beraber yapmaya o kadar alışmışlardı ki, kocasına karşı kalbindeki derin bağlılığın arzusuyla fedakârlığa razı olup söylese bile onun bunu fark ederek, kırıldığını görerek daha rahatsız olacağını, yine yeminlerin başlayacağını, hiçbir şey değişmeyerek sade meselenin dışıyla uğraşılmış olacağını düşünüyordu. Çünkü asıl kabahatin köşkte olmadığını hissediyordu; kabahat şu sebebi düşünülünce kalbini sızlatan can sıkıntısında, ne kadar aşk ve bağlılık ile geçerse geçsin, beş senelik hayatın yıprattığı kalplerde, bu kalplerin, insan kalbinin eskimeye olan kabiliyetinde idi. Ve o, kadın, bu acı düşünce ile başını eğip susarken Süreyya söyleniyor, şikâyet ediyordu. Belki ellinci defa olarak:
– Ah, büyükbabalarımız! diyordu; anlaşılmaz hesaplarla bu cehennem köşelerinde yaptıkları bağa gelip kapanacaklarına ne olurdu şu İstanbul’u İstanbul eden güzel yerlere gitselerdi. Sonra bir babanın budalalığı bütün bir aileye irsi bir hastalık oluyor; bütün torunlar gelip onlar gibi bu köşklerde çile doldurmaya mecbur oluyorlar. Bağ, üzüm. îşte floksera hepsini berbat etti ya. Yer, yer değil ki. Bak babam elindeki avucundakini sarf etsin, bu veba hastalığına karşı koyabilir mi? Sonra birdenbire köpürerek:
– Ah bu çöl? dedi. Şimdi farz et ki Boğaziçi’nde yahut meselâ Adalardayız. Deniz yok mu deniz? En sıcak havalarda bile insana can verir! Serin. Mavi. Hoş. Hâlbuki burada poyraz çıkacak diye ta saat sekizi dokuzu beklemeli. Duman, duman. Hamam gibi! Sonra manzaranın dar sınırı, değişmez rengi. Düşün Suad: Bir sandalımız olurdu. Sabahları erken yahut akşamları geç vakit sen şemsiyeni kapardın, ben küreklere sarılırdım. Mehtap olsun olmasın oranın geceleri ne güzeldir!..
Süreyya söylerken kendini hayale kaptırıyor, sahiden orada, denizdeymiş gibi zevk duyarak tarif ediyordu. Kocasının yerine düşünen Suad: “Mademki bu mümkün değil” demek istedi. Fakat yine kendini tuttu; kocasının şu havalandığı sırada bu söz, kanatlarını tutmak gibi olacak, fazla olarak bu imkânsızlık düşüncesi onu yeniden kızdıracaktı. Bunu Süreyya kendi söyledi:
- Cevap: Bu sayfada herhangi bir soru bulunmamaktadır.
10. Sınıf Meb Yayınları Türk Dili ve Edebiyatı Beceri Temelli Etkinlik Kitabı Sayfa 405 Cevabı ile ilgili aşağıda bulunan emojileri kullanarak duygularınızı belirtebilir aynı zamanda sosyal medyada paylaşarak bizlere katkıda bulunabilirsiniz.